ORTA ASYA'NIN GÜVENLİĞİ İÇİN, ÖNCE ÖN ASYA'NIN BİRLİĞİ ZORUNLUDUR
PROF. DR. ANIL ÇEÇEN
Geçen ay içinde, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev bir çıkış yaparak, Orta Asya Birliği’nin kurulması gerektiğini açıkladı. Asya'nın Türklere âit olan orta sahalarında eskiden buyana varolan Türk egemenliğinin günümüzdeki temsilcilerinden birisi olan Kazakistan Cumhuriyeti’nin Başkanı’nın, sahip olduğu iki milyon kilometrekarelik ülke sahasının ötesine giderek, bütün eski Türk uygarlıklarının varolduğu Orta Asya topraklarını bir araya getirecek bir büyük bölgesel birlikteliği savunmasının bazı açıklamalarının olması gerekmektedir.
Orta Asya ülkelerinin bulundukları coğrafya itibarıyla, kendi bölgelerinde bir bölgesel birliğe yönelmeleri doğal karşılanmalıdır. Her ülke, içinde bulunulan küreselleşme sürecinde daha etkin ve güvenli bir konuma gelebilmek için kendi bölgesinde komşuları ile bazı ittifak arayışlarıma girmektedir. Bu durumu bir ölçüye kadar normal karşılamak gerekmektedir, çünkü bütün ülkeler benzeri bir
eğilime yönelmektedirler.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Avrupaülkelerinin bir kıtasal birlikteliğe yönelmeleri, ABD’yi de benzeri bir eğilime yönlendirmiş ve günümüzün bu büyük süper gücü kendi durumu ile yetinmeyerek, Kanada ve Meksika ile beraber bir Kuzey Amerika ekonomik entegrasyonuna yönelmiştir.
Küreselleşme dönemi bütün ülkeleri dışarıya açarken, bölgeselleşme eğilimi de buna paralel olarak devreye girmiştir. Dışa açılan ülkeler dünyanın diğer köşelerine yönelmeden önce kendi bölgeleri ile ilgilenmişler ve bölgesel zenginliklerini komşuları ile ticareti geliştirerek paylaşmanın yollarını aramışlardır.
Avrupa ülkelerinin kıtasal bir ekonomiye ortak pazar yolu ile yönelmeleri dünyanın diğer ülkeleri ve bölgeleri açısından olumlu bir örnek oluşturmuştur. Avrupa kıtasında ortaya çıkan Ortak Pazar’ın, bölgesel birliğe doğru gelişmesi üzerine ABD Nafta ile aynı yönde adım atmış ve diğer bölgelerde de ekonomik ve ticarî birliktelik arayışları ortaya çıkmıştır.
Latin Amerika ve Afrika kıtalarından sonra Asya kıtasında da benzeri girişimler gündeme gelmiştir. Çin'in öncülüğümde Şanghay İşbirliği Örgütü, bir kıtasal pazara doğru gelişme göstermiş ve tıpkı Avrupa Ortak Pazarı’nın Avrupa Birliği’ne yönelmesi gibi Asya Ortak Pazarı olarak bir Asya Birliği’nin tartışılmasını gündeme getirmiştir.
Çin'in öncülüğündeki bu birliğe Rusya ile beraber Orta Asya ülkeleri de üye olarak katılmışlardır. Asya'nın iki dev gücünün bir ekonomik birlik çerçevesinde bir araya gelmesi, kıtanın dönüşümünde önemli bir dönüm noktası olmuş ama zaman ilerledikçe beklenen ilerleme Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde sağlanamamıştır.
Orta Asya'nın eski Sovyet cumhuriyetleri olan Türk devletleri, yeni dönemde kendilerine bir çıkış noktası ararken, Şanghay İşbirliği’ni umut olarak görmüşler, ama Çin ve Rusya arasındaki çekişme nedeniyle, bu birliğin ilerleme gösterememesi karşısında ortada kalmışlardır. Afganistan sorununun devam etmesi, zaman içerisinde dünya terör ve uyuşturucu kaçakçılığı sorunları ile yakından ilişki içinde bulunması nedeniyle, Orta Asya bölgesi, giderek daha az güvenli bir bölge olma noktasına gelmiştir.
Eski Sovyet rejiminin geçerli olduğu Orta Asya ülkelerinde dinden uzak bir yaşam düzeninin yıllarca devam etmesi yüzünden, bu ülkelere yönelik İslâmî hareketler de, Afganistan üzerinden gelişme göstermiş ve Orta Asya ülkelerinin hemen hemen hepsi Afganistan kaynaklı İslâmî hareketlere sahne olmuşlardır.
Bu tür olaylar zaman içerisinde artınca Şanghay İşbirliği Örgütü askerî düzen kurma kararı almış ve böylece Çin-Rusya işbirliği çerçevesinde, Orta Asya bölgesinin güneyden Batı destekli İslâmî hareketlere ve hatta terör olaylarına karşı korunabilmesi için, bölgesel bir işbirliği yaklaşımı geliştirilmiştir.
Şanghay Örgütü’nün askerî birlik kurma kararı, Orta Asya ülkelerinin güvenlik sorunlarının karşılanmasını bir anlamda Çin-Rus inisiyatifinin denetimine geçmesine neden olmuş Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra uluslararası hukuka göre siyasal bağımsızlıklarını elde etmiş olan Orta Asya ülkelerinin yeniden Çin ve Rusya baskısına sürüklenmesi gibi bir durumu gündeme getirmiştir.
Eski Sovyet bağımlılığından daha yeni kurtulmuş olan Orta Asya Türk ülkelerinin, yeniden bir başka baskı düzenine, yani Çin ve Rus emperyalizminim kontrolü altına girmelerine, başka bir değişle yeni bir bağımlılık düzenine sürüklenmelerine bu ülkelerin halklarının özgürlüğünün ellerinden alınmasına dönük bir tehdit yok sayılamaz.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra boşlukta kalan Orta Asya bölgesinin, Çin ve Rusya gibi iki büyük dev ülke arasına sıkışması, bu ülkeler açısından büyük bir güvenlik sorunu yaratmaktadır. İki tarafı çok büyük ve dev ülkelerle çevrelenmiş olan Orta Asya bölgesinin geleceği, dünya hegemonya kavgası çerçevesinde, ne yazık ki, uzun vadede mutlak güvenli görünmemektedir.
Batı üstünlüğüne karşı çıkan ve kendilerinin merkezinde yer alacağı bir yeni dünya düzeni oluşturmak isteyen Doğu’nun dev ülkeleri olan Çin ve Rusya'nın, Orta Asya ile sınırdaş ve komşu bir konumda olmaları; Asya’nın Türk kökenli Cumhuriyetleri açısından, çok önemli bir güvenlik sorunu yaratmaktadır.
Kazakistan gibi iki milyon kilometre karelik bir ülkede yaşayan, sadece yirmi milyon insan, gelecekte bir buçuk milyarlık Çin'in işgali tehlikesi ile karşı karşıyadır. Güneyde Çin kadar büyük bir ülke olan Hindistan da, gene bir buçuk milyarlık nüfusu ile en az Çin ve Rusya kadar Orta Asya açısından bir tehdit merkezidir.
Dünyanın gelecekteki önemli enerji kaynakları ve madenlerinin Hazar ve Sibirya havzalarında bulunması nedeniyle, Orta Asya ülkelerinin tamamı Doğu’nun üç büyük dev ülkesinin tehdit merkezindedir. Kendilerini dünyanın merkezine oturtmak isteyecek bir Çin, Rus ya da Hint emperyalizmi, dünyanın yeraltı zenginliklerine el koymak istediği noktada, Orta Asya'yı ele geçirmek ve kendi sınırları içine dâhil etmek isteyebilir.
Batı üstünlüğünün bir ölçüde sona erebileceği bu noktada, Doğu adına ortaya çıkacak bu üç büyük dev ülkeden herhangi birisi, Orta Asya bölgesine el koyarak dünya devletini kendi sınırları içerisinde kurma yoluna gidebilir.
Sovyetler Birliği çatısı altında bir ideolojik imparatorluğun eşit koşullarda üyesi olan Orta Asya ülkeleri, sistemin çöküşünden sonra bir türlü bir araya gelememişler ve eskisi gibi birleşik bir Türkistan Devleti ortaya çıkaramamışlardır. Birleşemedikleri için, bölgeye sızmak ve bölgede etkin olmak isteyen çeşitli emperyal güçlerin yeni model yapılanmalarında dıştan güdümlü bazı birlikteliklere yönelmişlerdir.
Çin ve Rusya, Batı’nın emperyal güçlerinin bölgeye girmemesi için Şangay İşbirliği Örgütü çatısı altında bu ülkeleri kendi denetimleri altında tutmak istemişlerdir. Bunu önlemek isteyen Batılı güçler ise Ukrayna, Moldavya, Gürcistan gibi Hıristiyan ülkeler üzerinden oluşturulan yeni bir bölgesel birliği, GUAM adı altında gündeme getirmişler ve Özbekistan’ı da bunun içine alarak, Rusya ve Çin'e karşı Batı merkezli bir yeni yapılanmayı, Karadeniz üzerinden Orta Asya'ya taşımak istemişlerdir.
Asya'dan Şanghay örgütlenmesi, Avrupa'dan GUAM yapılanması arasında sıkışan Orta Asya ülkeleri, daha sonraları da Pakistan, Afganistan üzerinden bir yeni dalga oluşum ile ABD aracılığıyla karşı karşıya gelmiştir.
Hazar bölgesi petrolünü, Avrupalı ve Asyalı güçlerden kaçırarak, Türkmenistan, Afganistan ve Pakistan hattı üzerinden güneye, Hint Okyanusu'na taşımak isteyen ABD emperyalizmi, Türkmenistan merkezli ve gelecekte Taşkent'in Başkent olacağı, yeni bir Türkistan Federasyonu plânını yavaş yavaş devreye sokma gayretindedir.
Böylece Orta Asya ülkeleri doğudan Çin, Rusya ve Hindistan, batıdan Avrupa, güneyden ise ABD’nin saldırı tehdidi ile karşı karşıya kalma noktasına gelmiştir. Doğu, batı, kuzey ve güney hatları itibarıyla, büyük ülkelerin egemenlik projelerine hedef olan Orta Asya bölgesinin güvenliği çok ciddî boyutlarda dünyanın gündemine oturmuştur.
İki kutuplu dünya sonrasında ana sorunlardan birisi olarak ortaya çıkan Orta Asya bölgesinin güvenliği meselesi, gelecekte de kutup başı olmaya aday olan büyük güçler arasında anlaşmazlık konusu olarak öne çıkmaya namzettir. Bir anlamda kurtlar arasında kalmış olan bu tarihî bölge ülkelerinin, gelecekte kendi güvenlikleri açısından yeni oluşum arayışı içine girmeleri, emperyal plânların baskısı altında ezilmekten kurtulabilmeleri için şarttır.
İşte bu nedenle, çok haklı olarak “Orta Asya Birliği” gibi bir siyasal yapılanma önerisi Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev tarafından ortaya atılmıştır. Nazarbayev, Orta Asya'nın en büyük devletinin başkanı olarak, böylesine bir birlik önerisini ortaya atarken; diğer Orta Asya ülkeleri olan Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve hatta Afganistan'ın da içinde yer alabileceği, bir büyük bölgesel birlikteliğin önünü açmak için Kazakistan adına resmî çağrıda bulunmuştur.
Dünyanın en büyük kıtasının orta bölgesinde yer alan merkezî bir bölge olarak Orta Asya, evrensel hegemonya çekişmesinde kendiliğinden ön plâna çıkmaktadır. Gelecekte dünyanın egemeni olmak isteyen bütün kutup başı adayları için, Orta Asya vazgeçilemez bir hedef konumuna sahiptir. Nazarbayev, bu gerçeği yerinde gördüğü için Sovyetler Birliği sonrasında Orta Asya'da meydana gelen otorite boşluğunu giderebilmek üzere, bir Orta Asya Birliği’nin kurulması önerisini cesurca dile getirmiştir.
Asya'nın orta bölgesinde böylesine bir büyük otorite düzeni hemen gerçekleştirilemez ise, büyük devler arasındaki kapışmada, Asya'nın Türk asıllı cumhuriyetlerinin yeniden emperyalizmin askerî güçlerinin çizmeleri altında kalmasına yol açması mümkündür. Daha yeni özgürlüklerine kavuşmuş olan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin, yeniden bir emperyal baskı düzeni altına girmeleri, öncelikle yalnızca Türk dünyasında değil, tüm dünyada asla düşünülmeyecek bir durum olarak algılanmalıdır.
Orta Asya'nın Türk asıllı nüfusu, çatısı altında yaşadıkları cumhuriyetlerini bir araya getirerek, eskisi gibi bir büyük birlikteliği bölgesel konfederasyon çatısı altında gerçekleştirerek, siyasi arenada devlerin kapıştığı kurtlar sofrasında yem olmaktan kurtulabilmenin yollarını aramaktadırlar.
Orta Asya Birliği, bu açıdan üzerinde durulabilecek derecede önemli bir seçenektir. Asya'nın ortasında yer alan bütün Türk devletleri, tarihte görüldüğü gibi bir büyük birlikteliği yeni bir imparatorluk anlamına gelecek, bölgesel bir konfederasyon ile yenilemenin çabası içinde olacaklardır.
21. yüzyılın Avrasya çağı olacağını, Küreselleşmenin daha ilk günlerinde ilân edenler, Avrasya'nın tam merkezinde yar alan Orta Asya ve Ön Asya bölgelerinin nüfuslarının büyük çoğunluğunun Türk asıllı olduğunu öne sürerek, aynı zamanda bir Türk çağı yaşanacağını da ilân ediyorlardı. Bir anlamda Avrasya çağı ile Türk çağı iç içe geçiyordu, çünkü Avrasya denilen bölgede yaşayan insan topluluklarının büyük çoğunluğu Türk asıllı kavimlerden geliyordu.
Orta Asya bölgesinin büyük çoğunluğunun Türk asıllı nüfus topluluklarına sahip olması, aynı zamanda başta Türkiye ve İran olmak üzere, iki büyük Ön Asya ülkesinin nüfuslarının büyük çoğunluğunun gene Türk kökeninden gelmesi, Kafkasya'da ise Azeri ve diğer Türk boylarından gelen Türk nüfusunun çoğunluğa sahip olması gerçeği; Avrasya kıtasının üç ana bölgesinde önemli sayılacak bir Türk nüfusu çoğunluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Rusya Federasyonu içindeki Türk soylular ve özerk Türk Cumhuriyetleri, Irak, Suriye ve Balkan ülkelerindeki Türk toplulukları da dikkate alınırsa, Avrasya halklarının büyük çoğunluğunun Türk asıllı topluluklardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Avrasya'nın geleceğinde ciddî bir Türk inisiyatifini gündeme getirmektedir.
Avrasya'nın göbeği olan Orta Asya'nın geleceği Avrasya kıtasının geleceği ile beraberce ele alınırsa; Orta Asya bir anlamda Ön Asya’daki Türk varlığının etkisi ile biçimlenecektir. Ön Asya'nın iki büyük gücü olan İran ve Türkiye'nin büyük bir Türk asıllı nüfus çoğunluğuna sahip olması, Asya'nın ön kısmında kendiliğinden bir Türk egemenliği sahası ortaya çıkarmaktadır.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde bugünkü Türkmenistan denilen bölgeden, Ön Asya'ya gelen Türklerin İran'ı merkez aldıktan sonra Kafkasya, Anadolu, Suriye ve Irak bölgelerine yayılmaları ile beraber, Ön Asya coğrafyasında önemli sayılacak bir Türk egemenlik sahası tarih sahnesinde öne çıkmıştır.
Dünyanın en büyük kıtasının ön kısmında oluşan bu çoğunluk, son bin yıldır Ön Asya'nın kaderinin belirlenmesinde etkili olmuştur. Selçuklu İmparatorluğu döneminde aynı devlet çatısı altında birlikte olan Türkiye ve Türklerin yönetimindeki İran, daha sonraki dönemlerde Ön Asya'nın ve dünyanın merkezî bölgesinin gelişim çizgisinde etkili olmuşlardır.
Nüfus yapılarının büyük çoğunluğunun Türk asıllı olması nedeniyle iki ülke, sanılanın tersine çok uzunca süreler birbirleriyle savaşmayarak sırt sırta vermişler ve Batılı emperyalist güçlere karşı bölgenin bekçiliğini üstlenmişlerdir. İran ve Türkiye, bölgede güçlü devletler olarak varoldukça hiç bir emperyal güç bu bölgeye tam anlamıyla egemen olamamıştır. Ön Asya'da, bin yıldır süren bir Türk egemenliği günümüze kadar devam etmiştir. İran’daki Türk hâkimiyetinin sona ermesi, bölgedeki Türk gücünü çok zayıflatmıştır.
Yeni bir yüzyıla girerken, Ön Asya’nın hâkim gücünü değiştirmek isteyen Batılı emperyal güçlere karşı, yine Ön Asya'daki Türk varlığının ve egemenliğinin devam ettirilmesini sağlamak zorunlu görünmektedir. Bu çerçevede Türkiye ve İran'ın öncülüğünde yeni bir işbirliği düzenine gereksinim giderek artmaktadır.
Körfez Savaşı’yla başlayan Ön Asya'ya yönelik Amerikan müdâhalesi sürecinin Irak üzerinden Suriye ve İran'a taşınmak istenmesi, bölgenin merkez ülkesi olan Türkiye'yi de açıktan tehdit etmektedir. Eski Mezopotamya'nın Atlantik emperyalizminin askerî birlikleri tarafından ele geçirilmesinden sonra, Ön Asya'da başlayan savaş döneminin Suriye ve İran üzerinden Kafkasya ve Hazar bölgesine taşınmak istenmesi, hem Ön Asya'da hem de Orta Asya'daki Türk varlığını ciddî boyutlarda tehdit altına sürüklemektedir.
Türk dünyasının geleceğine yönelik, çok ağır bir tehdit vardır. Dünyanın petrol devlerinin, büyük silâh şirketlerinin, uluslararası madencilik tekellerinin zorlamasıyla Siyonist lobilerin destek ve yardımları ile çağımızın süper devleti Amerika tarafından başlatılan bu süreç, dünyanın merkezine seyahat gibi, Avrasya'nın derinliklerine yönelen yeni bir siyasal macera olarak gelişme göstermektedir.
Bu haddini bilmez macera, Asya'nın giriş kapısı olan Ön Asya bölgesinde durdurulamazsa, Avrasya'nın iç bölgeleri ve daha sonra Orta Asya ile Sibirya bölgelerin tamamını emperyalist bir işgale doğru sürükleyebilecek boyuttadır. Orta Asya'yı başlıca hedef olarak seçen bu emperyalist işgal senaryosu, Asya kıtasının giriş kapısı olan Ön Asya'dan başlatıldığı için, önce Ön Asya'da bir çekişme yaşanacak ve daha sonra bu hesaplaşmanın sonucuna göre Orta Asya'nın geleceği gündeme girecektir.
Ön Asya'dan başlayan bu emperyal saldırının ne olacağı ve nerede nasıl sonlanacağı kesin olarak belirlenmeden, Orta Asya'nın geleceği ile ilgili olarak şimdiden bir şey söyleyebilmek mümkün değildir. Tarih boyunca Orta Asya ve Ön Asya birlikteliği sürekli siyasal gündemin içinde olmuştur. Orta Asya'da büyük devletler kuran Cengiz Han, Timur ya da İlhanlılar gibi imparatorluklar, genişleme siyaseti çerçevesinde Ön Asya’ya gelmişlerdir.
Benzeri mücadeleler, Avrupa merkezli olarak da gündeme gelmiş ve Avrupa'ya egemen olan Hıristiyan Haçlılar on bir kez düzenledikleri Haçlı seferleri ile dünyanın merkezî coğrafyası olan Ön Asya'ya orduları ile gelmişler, ama karşılaştıkları direnişler yüzünden geri dönmek zorunda kalmışlardır.
Ön Asya bölgesi aynı zamanda dünyanın jeopolitik merkezi olduğu için, yeryüzünün biçimlenmesinde birinci derecede rol oynamıştır. Bir anlamda kabul ettirebilmiştir. Romalıların, Selçukluların, Osmanlıların yaptığına, bugün kendisini Yeni Roma İmparatorluğu olarak ilân eden Amerika Birleşik Devletleri yapmağa çaba göstermektedir. Ne var ki, hem Romalıların hem de Haçlıların bu topraklardan geri dönmek zorunda kaldığını, Amerikan devletini yönetenler bir türlü hatırlamak istememektedirler.
Dünyanın geleceğinde her zaman birinci derecede etkili olan Ön Asya, günümüzde de hem Orta Asya'nın hem de yine eskisi gibi, dünyanın biçimlenmesinde birinci derecede rol oynayacaktır. Bu açıdan Ön Asya’nın alacağı “biçim belirlenme” gücünü ve bu gücün dünya dengelerinde kesin bir yapıya oturma sürecini görmeden, Orta Asya'nın geleceği için şimdiden bir tahmindebulunabilmek son derece ordur. Orta Asya'da varolan elli milyon civarındaki Türk nüfusa karşılık, Ön Asya'da yüz milyonun üzerinde bir Türk varlığı bulunmaktadır.
İran ve Türkiye’nin ortak nüfusu yüz elli milyonugeçmektedir ve bunun en az yüz milyonu Türk soylulardan oluşmaktadır. Türkiye nüfusunun yüzde seksenaltısının Türk asıllı olmasının yanı sıra, İran'ın yetmiş beş milyonluk nüfusunun da tam üçte ikisi Türk asıllı boylardan gelmektedir.
Irak ve Suriye'de de beşer milyona yakın Türk asıllı nüfus olduğu dikkate alınırsa, on milyonun üzerindeki Türk nüfusu ile Azerbaycan’daki Türk nüfusun, bu topluluğa eklenmesi ile beraber, yüz elli milyona yakın bir Türk asıllı nüfusun Ön Asya'da yaşadığı görülmektedir. Öte yandan Sibirya ve Rusya içinde yaşayan epeyce kalabalık Türk soyluların ise, tıpkı Doğu Türkistanlılar gibi şu anda bir varlık göstermesi, Kazan’da bile söz konusu değildir.
Bu bakımdan, Orta Asya Türk nüfusunun üç misli bir Türk nüfus Ön Asya bölgesinde yer almakta ve bunlar I. Dünya Savaşı sonrasında belirlenmiş olan sınırlar çerçevesinde beş ayrı devlete dağılmış durumladırlar. Kuzey Kıbrıs ve Batı Trakya'da yaşayan iki yüzer binlik Türk asıllı nüfus da dikkate alınırsa, Ön Asya bölgesinin Türk asıllı nüfus coğrafyası ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle dünya Türklüğü’nün Ata Vatanı Orta Asya iken, Ön Asya da dünya Türklerinin Ana Vatanı sayılmaktadır.
Nereden bakılırsa bakılsın, tarihsel süreç içerisinde Orta Asya'dan çıkan Türk asıllı kavimlerin, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Ön Asya'ya gelerek yerleştikleri ve dünyanın merkez alanında yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunu meydana getirdiği görülmektedir. Yeniden yeni bir dünya düzenine geçiş aşamasında, Orta Asya'ya sıkışmış olan Türk asıllı elli milyonluk kitlenin, bunca zenginliğine rağmen kendi geleceği için, kendi başına bir şeyler yapabilmesi son derece zor görünmektedir.
Doğudan ve güneyden birer buçuk milyonluk Çin ve Hindistan ile sarılmış olan, kuzeyden ise yüz elli milyonluk Rus emperyalizmi tehlikesine karşı direnen ama en kötüsü gene güneyden Pakistan ve Afganistan üzerinden bölgeye girmek için savaş süreci başlatan ABD emperyalist saldırılarına karşı, elli milyon nüfuslu bir Orta Asya Birliği yeterince kendini koruyamayacaktır.
İşte bu noktada, Ön Asya'daki siyasal yapılanma, Türklük ve Türk dünyası açısından öncelik kazanmaktadır. Birinci aşamada, Ön Asya'nın yüz elli milyonluk Türk asıllı nüfusu bir araya gelerek, ortak bir hareket tarazı benimserse ve bölgeye yönelik emperyalist saldırılara karşı birleşik bir Türk Gücü gündeme getirilebilirse, o zaman Türk asıllı olmayan büyük güçlerin Orta Asya'ya yönelik saldırılarına karşı, Ön Asya'daki Türk Gücü kendiliğinden devreye girebilecek ve böylece kendiliğinden bir Ön Asya ve Orta Asya Birlikteliği gerçekleşebilecektir. İki bölgede yaşayan iki yüz milyonun üzerindeki Türk asıllı nüfus, dünyanın önde gelen emperyalistlerine karşı bir bütünsellik içinde direnebilecektir.
Orta Asya'nın tam anlamıyla kurtuluşu için, İran ve Turan birlikteliği asıldır. Her iki bölgenin Türk asıllı halkları, dünyanın önde gelen emperyal güçlerine karşı, eskiden olduğu gibi, yine beraberce karşı koyacaklar ve birlikte ortak bir gelecek için işbirliği yapacaklardır. İran ve Turan arasındaki kopukluğun giderilmesinde, İran’daki Türk soyluların içinde bulundukları durumun gün ışığına kavuşması şarttır.
Anadolu’da kurulu bulunan Türk devletinin varlığını koruyabilmesi ve gelecekte da bu topraklarda egemen olabilmesi için, İran-Turan birlikteliği ile gündeme gelecek bir Büyük Türk Gücü’nün desteğine gereksinim vardır. Avrasya kıtasının iki yüz milyonluk Türk kitlesinin bir Avrasya gücü olarak hareket edebilmesi, Ön Asya'nın iki büyük Türk devleti olan Türkiye ve İran'ın ortak mücadelesine bağlıdır. Bu da İran’daki Türk varlığını, bir kilit haline getirmiştir.
Aslında dünyanın siyasal gündeminin kilitlenmiş olduğu Ortadoğu bölgesindeki, Ön Asya Türk yapılanması acilen tamamlanabilirse, o zaman İran-Turan birlikteliği doğrultusunda Orta Asya'nın geleceği için daha etkili şeyler yapılabilecektir. Orta Asya'nın Türk Cumhuriyetleri kendi başlarına ne kadar birlik kurarlarsa kursunlar, bölgelerine saldıran ve potansiyel tehlike olan büyük güçlere karşı direnecek güçten yoksundurlar. Orta Asya'nın kısacası Turan bölgesinin bir Türk yurdu olarak kalabilmesi ve yoluna devam edebilmesi için, Ön Asya Türk varlığının, Türkiye, Azerbaycan ve İran Türk varlığının, Orta Asya'ya uzanabilmesi zorunludur.
Bu aşamada, İran-Turan gücünü ayağa kaldıracak ve Türk gücünü Küresel bir güç olarak yeniden kurumsallaştıracak, gerek devlet kaynaklı siyasal hareketler, gerekse toplum kaynaklı sivil hareketler, son derece anlamlıdır ve önemlidir. Ancak çok iyi bir organizasyon ve strateji hüneri ile gerçekleştirilmelidir.
DEVAM EDECEKTİR…