KUVVA-İ MİLLİYE RUHUNUN EVRİMİ ve “MİLLET KÖPRÜSÜ”
Saygıdeğer Okurlarım,
“Kuvva-i Milliye Ruhu” her şeyden önce, Türkler için kutsal bir ruhtur, çünkü yüce bir simgesel değerdir. Yedi düveli geri püskürtmüş olmanın ve sayısız savaş meydanından zaferle çıkmanın inancıdır, hak edilen büyük onurudur. Kuvva-i Milliye Ruhu, yakın Atalarımızdan devir aldığımız ve teslim edeceğimiz bir emanettir. Yakın Atalarımız da bu ruhu, uzak Atalarımızdan devir almışlardır. Kuvva-i Milliye Ruhu, zorda kalan bir milletin hep birlikte ayağa kalkma, İlahî Kuvvet ile Enel-Hak olma ve zaferle müjdelenme halini ifade eder. En somut ifadesiyle askerleşen ve kahramanlaşan Türk Milleti’ni tanımlar.
Hiç kuşku yok ki, işgal altındaki bir ülkede o ülkenin halkının askerleşmesi ve toplumun bir şiddet toplumuna dönüşmesi doğaldır, hatta kahramancadır. Bu aşamada, Asker Millet ve toplumsal şiddet olgusu kutsallaşarak meşrulaşır. Dünya tarihi, kahramanlaşmış milletlerin örneklerini barındırmaktadır. Bizim de uzak ve yakın tarihimiz, bu türden kahramanlık örnekleriyle doludur. Milletin askerleştiği an, sözün çaresizleştiği ve tükendiği andır. Bu an, bir ölüm-kalım savaşının başladığı andır. Başka bir ifadeyle, Son Kerte’nin en son ucudur. Son Kerte’de şiddet meşrulaşır, millet askerleşir ve “haklı savaş” başlar.
Yeryüzünde milletlerin/ ulusların/ halkların şiddet kullanmasını meşrulaştıran tek bir haklı savaş vardır, o da Ulusal Kurtuluş Savaşı’dır. Uluslararası savaşı/ savaşları, şiddet tekelinin hâkimi olan devletlerin düzenli orduları yaparlar. Savaşların büyüklüğüne göre değişmekle birlikte, eğer gerek duyulursa, sivil toplum genelde lojistik destek sağlar, ama askerleşmez.
Aslında bu savaşların hemen hepsi haksız savaştır, çünkü savaş bir hak değildir. Bu nedenle, uluslararası çeşitli gerekçelerle çıkan savaşlar, zaten sivil toplumların askerleşmesini asla meşru kılmaz. Fakat işgal altındaki bir ülkede, Son Kerte artık gelip çatmıştır. Son Kerte’de, ulus-halk olgunlaşıp ayrışır, içindeki işbirlikçi ve hainlerin yanında, bir de kendiliğinden Asker Millet doğar.
Son Kerte’de, Asker Millet’in doğması ve sivil toplumun bir şiddet toplumuna dönüşmesi “savunma hakkı” olarak meşruluk kazanır. Aklın ve sözün (siyasetin-diplomasinin) bittiği yerde, inanç ve kahramanlık devreye girer. Asker Millet, yok olmak yerine, kahraman olmaya yemin eder, ant içer.
Tam da Hannah Arend’in ifadesiyle; “kimse meşru müdafaa amacıyla gerçekleştirildiğinde, şiddeti zaten sorgulamaz.” Üstelik böyle bir toplumsal şiddet, kahramanlık olarak kutsanır. İşte Kuvva-i Milliye de, Mavi Gözlü Bozkurt’un verdiği işaretle, askerleşip kahramanlaşan bizim Kurucu Milletimizin adıdır, sanıdır. Belki daha önemlisi, bugün bizlere miras kalan milliliktir, toplumsal ruhtur ve ilkedir.
Öte yandan kurulu bir siyasal düzendeki mevcut koşulların, meşru ulusal müdafaayı gerektiren bir savaş durumu (haklı savaş) olarak gösterilerek, sivil şiddetin meşrulaştırılmak istenmesi, hiçbir durumda haklı, doğru, hukukî ve ahlâkî değildir. Kurgusal bir Kurtuluş Savaşı senaryolaştırıp, doğru ya da yanlış gerekçelerle toplumsal şiddet yaratıp, toplumsal şiddeti ve terörü meşru göstermeye çalışmak, hem hukuk hem de ahlâk dışıdır.
Her şeyden önce, sivil toplumun hiçbir bireyinin, ne bedenen ne de ruhen bir savaşçıya dönüşme hakkından söz edilemez. Aynı şekilde her hangi bir toplumun da, işgal altında gerçekleşen Ulusal Kurtuluş Savaşı dışında, hiç bir zaman hiçbir gerekçe ile psikolojik bile olsa, askerleşme, devletin şiddet tekeline eklenme ya da sivil şiddet üretme, teröristleşme hakkından söz edilemez. Sivil direniş elbette vardır, ama o da şiddet içeremez.
Modern terörizm araştırmalarının birçoğuna göre, çağımızda devletlerin güvenlik stratejilerinin evrimleşmesinden ve dönüşmesinden doğan kimi açıklardan yararlanan terör örgütleri, emperyalist desteği de arkalarına alarak, kendilerince haklı buldukları siyasî amaçlar için, silah kullanan şiddet örgütleri haline gelmiştir. Bu bağlamda PKK aşırı desteklenip azdırılmış tipik bir acımasız terör örgütüdür.
Artık terör örgütleri, bir tür özel ordu donanımına sahiptir, hele PKK gibi bir terör örgütünün, resmi orduların da bir biçimde desteğini aldığı bilinmektedir. Bununla birlikte, teröristler bir asker, düşman askeri değildir. PKK da, bir düşman örgütü değildir, bir suç örgütüdür. İtibarlı devletler, suç örgütleri ile anlaşma yapmazlar, masaya oturmazlar ve teröristlerle görüşmezler. Bu bağlamda, PKK imha edilerek yok edilmesi gereken bir suç merkezidir.
Dünyada en ağır suçların başında, terör suçu gelmektedir. Terör örgütünü yok etmeyi ve terörü ortadan kaldırmayı engelleyen, her hangi bir uluslararası hukukun varlığından, hatta bunun imâ edilmesinden bile söz edilemez. PKK’yı imha etmek, Türkiye’nin en yasal hakkıdır. Türkiye Cumhuriyeti, kendi iç ve dış hedefini bu doğrultuda belirlemeli ve zikzak yapmamalıdır. Geçmişte soykırımcı Bulgar-Sırp çeteleri, mezalimci Hınçak-Taşnak partizanları, suikastçı ASALA katilleri ne ise, bölücü PKK teröristleri de aynısıdır.
Bu noktada hiç şüphe yoktur ki, geleceğin acınacak milleti olmamak için, bugünün acımasız devletini savunmak gerekir. Terör, özellikle ayrımcı terör ulusal güvenliğimizin, ulusal bütünlüğümüzün ve yaşam hakkımızın en büyük tehdidi haline gelmiştir. Bu tehdidi, PKK’nın arkasındaki derin güçlerin hedefleri daha da kuvvetlendirmektedir. Üstelik şimdilerde gündeme alınmak istenen Kozmopolitan Demokrasi havariliği, derin güçlerle yaşanan tehlikeli ilişkinin boyutunu, derin derin düşünmeye sevk etmektedir.
Bugün yoğun bir tefekkür hâli içinde olan Türk Milleti, Asker Millet deneyimini yeniden hatırlamaya başlamıştır. Ancak geçmişin Kahramanı olan bu yüce Millet, verilen onca şehide, dayatılan siyasal kozmopolitleşmeye, Milli Devlet’in tahrip edilmesine ve ağır güven yitimine rağmen, Son Kerte’nin gelmeyeceğine inanmaktadır. Bu nedenle de, Kuvva-i Milliye Ruhu’nu zapt ederek, takdir edilecek bir efendilik ve ağırbaşlılık sergilemektedir.
Bu muazzam irade ve olgunluk karşısında, Devlet’i yönetenlerin de Kuvva-i Milliye Ruhu taşıyan bir Milletin iktidarı olduklarını, tevazu ile kabullenmeleri ve hatırdan hiç çıkarmamaları gerekir. Modern Siyaset Bilimi, devlet ve millet’in aynı kavram olmadığını kanıtladığı gibi; devleti yönetenlerin, eski çağlardakine benzer biçimde, artık bir mutlak güce sahip olmadıklarını da öğretmiştir. Ne kadar keyfi kullanılırsa kullanılsın, Cumhuriyet rejimi karşılıklı denetim ortamı ve iktidar paydaşlığı sağlamaktadır.
Kahraman Milletimin Saygıdeğer Torunları,
Gelin yine biraz dertleşelim,
Bence, hepimizin ortak bilincini yaratan Kuvva-i Milliye Ruhu, tıpkı Türkçülük ideolojisi gibi, bu koşullarda bir evrim geçirmektedir (Türkçülük ideolojisinin evrimi için bkz: “Biz Olma Manifestosu” başlıklı yazım). Tarih, bu aşamada bize, Kuvva-i Milliye Ruhumuzu, bir tek Son Kerte’de Asker Millet olmak için değil, büyük hedefler için kullanma fırsatı sunmaktadır. Zaten bütün dileğimiz, Yüce Yaratıcımız’ın bizleri bir daha Asker Millet olmak zorunda bırakmamasıdır. Kahramanlık, milletimizin bir özelliği olarak kalsın, ama kahramanlığımızı bir daha denemek zorunda kalmayalım.
Bu temenniye karşın, Kuvva-i Milliye Ruhumuzu harekete geçirmenin zamanı çoktan gelmiştir. Kuvva-i Milliye Ruhumuzu, yeni bir savaşı kazanmak üzere, şimdi yeniden diriltmek zorundayız. Bu büyük ve kutlu savaş, bir sivil toplum çalışması olarak, KÜRESEL İDİL-ALTAY BİRLİĞİ’nin kurulması mücadelesidir. İşte bizim yeni Meydan Savaşımız da budur.
Bu büyük ve kutlu savaşı kazanmak için, önce bir inanç ve bilinç toplumuna dönmeliyiz. Artık büyük önderler çağı kapanmıştır, büyük kahramanlar dönemi bitmiştir. Günümüzde insanların bilgiye erişim hızlarıyla birlikte, ben duyguları da artmış durumdadır. Şimdi herkes “ben” olmak istiyor! Tüm dünyada isimsiz kahramanlar, büyük kahramanların önüne geçmiştir. Bizim çağımız böyle bir çağ. Yeni bir Mavi Gözlü Bozkurt’un tarih sahnesine çıkmasını beklemeden, artık hepimiz bir Atatürk olmalıyız, tabii yüzde kaç olabilirsek, elimizden geldiğince.
Günümüzün küresel dünyasında, Devlet aklına duyulan güven azalmıştır. Bu nedenle güçlü sivil toplumlar, devletten bağımsız olarak kendileri katma-değer yaratmakta ve dünya değer zincirine eklenmektedir. Bizim de kullanabileceğimiz muazzam bir değer-fırsatımız vardır. Biz her şeye karşın, şükürler olsun ki, Son Kerte’den uzağız, Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz gibi, işgal altında esir değiliz, Gazze toplumu gibi, devlet terörü altında inlemiyoruz. Biz hürüz, güçlüyüz, Kuvva-i Milliyeci torunuyuz ve Kuvva-i Milliyeciyiz; öyleyse başarabiliriz!
Hep birlikte Küresel Anadolu-İdil-Altay Birliği’ne ulaşacak “Millet Köprüleri” kuralım.
Tamam, biliyorum, görece yeryüzünde egemen sınıf değiliz, görece para gücünün uzağında kaldık, devlet desteklemiyor bile olabilir. Evet, yine de Millet olarak bizim gücümüz yeter! Bu hareket, devletten ayrı bir Sivil Toplum Hareketi olacaktır. Devlet’e ihtiyacımız yok! Üstelik daha ne iktidarlar gelir geçer, mühim olan Milletin kendisidir, biziz.
Büyük Türk Milleti; Türk Soylular ve her hangi bir zamanda Türkleşip Milletin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüş olanlar,
Biz, hep birlikte bu andan itibaren bütün enerjimizi, bütün çalışmamızı, bütün çabamızı, fedakârlığımızı ve kahramanlığımızı, Anadolu-İdil-Altay coğrafyasına köprüler kurmak, aramızdaki duvarları-engelleri aşacak yeni köprüler inşa etmek için kullanmalıyız. Gelin, bir daha Asker Millet olmamak için, “Küresel Millet” olalım, ama kendi küreselleşmemizi kendimiz yaratalım.
Bu bir Devlet projesi değildir, bir Millet projesidir; sivil toplum hareketidir. Zaten çok önceden dört bir koldan başlamıştır ve epeyce yol alınmıştır. Türk Milleti olarak, başlıca hedefimiz Anadolu-İdil-Altay Dünyası’na, yani Ural-Altay dil grubuna köprüler kurmak olmalıdır: Türk-Hun-Moğol coğrafyası / 8 Devlet-10 Özerk Cumhuriyetli Türk Dünyası, Macaristan Hunları, Moğolistan, Japonya, Koreler, ABD Yerlileri vd.
Anadolu-İdil-Altay Dünyası ile her alanda yüzlerce, binlerce köprüler kurmak ve bıkmadan inşa edeceğimiz köprülerle aramızdaki duvarları-engelleri aşmak, böylece kendi küremizi dokumak zorundayız. Bu köprüler bizi, ülkemizi ve milletimizi küresel güç haline getirecek tek araçtır.
Avrupa Birliği’ne karşı değilim, ama çok açık ki, orası bizim mutluluk ve saygınlık mekânımız değildir. Yılanın deliğine yuva yapmaya ne gerek var. Bizim kendi yuvamız İdil-Altay’dır. Macaristan’dan, Balkanlar’dan Japonya’ya kadar, koca bir coğrafya bizim kendi küremizdir. Ben üç ayda öğrendiğim Japonca ile İngilizceye ihtiyaç duymadan Japonya’da yaşamaya başlamıştım. Hangi Batı dilini bu kolaylıkla öğrenebiliriz?
MİLLET KÖPRÜLERİ PROJESİ başlıca çalışma alanımız olmalıdır.
Saygıdeğer Türkler, her birimiz tıpkı bir savaşta gibi ciddiye alarak, “Millet Köprüsü Sivil Hareketi”ne katkı sağlamalıyız. “Ben nasıl hizmet ederim” diye düşündüğünüz ilk anda, hemen büyük düşünce mimarımız İsmail Gaspıralı’nın sözünü hatırlayın: Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelenle başla. Düşün, öner, oku, araştır, görüşünü bildir, İdil-Altay dillerini öğren, internetten yararlan, bu uğurda kim ne yapıyor, sor, grup oluştur, birlikte çalış, ilgi duy, proje üret, uygulamadakileri tanı, ulaş, git çalış, destekle, eleştir. Yeter ki ciddi ol, yeter ki çıkarcı olma! Yeter ki, konunun önemini kavra!
Saygıdeğer Kuvva-i Millici Torunlar,
Yaşadığımız bu çok ağır koşullarda, gerçekten de bize dayatılacak ve milli varlığımızı sarsacak olan kozmopolitan demokrasiyi, hayata geçirmeye mecburuz. Ama tıpkı Batı dünyası gibi, yani önce kendi küresel dünyamızı kurarak, KÜRESEL ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ’ni gerçekleştirerek, bunu orada hayata geçireceğiz.
KÜRESEL ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ için, önce çok sağlam bir Millet Hareketi planlamalıyız, halen uygulamada olanlarla bütünleşmeliyiz ve büyük bir irade sergileyerek yeni köprüler kurmalıyız, hem de her alanda yüzlerce.
Bunu yapmak ve başarmak zorundayız. İnanıyorum ki, ilk on yılda başaracağız!
TÜRKİYE’DE MİLLİ DEVLET,
ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ'NDE KÜRESEL DEVLET!
TÜRKİYE’DE ÇOĞULCU DEMOKRASİ,
ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ'NDE KOZMOPOLİT/BİLEŞİK DEMOKRASİ!
BU BİR DEVLET PROJESİ DEĞİLDİR, BİR SİVİL TOPLUM PROJESİDİR!
BİZ, KENDİ KÜRESELLEŞMEMİZİ KENDİMİZ YARATMALIYIZ!
“KÜRESEL ANADOLU-İDİL-ALTAY BİRLİĞİ”NE, KÖPRÜLERLE BAĞLANMALIYIZ!
ARAMIZDAKİ DUVARLARI AŞACAK “MİLLET KÖPRÜLERİ”Nİ İNŞA ETMELİYİZ!
Saygıyla.
Doç. Dr. Betül Karagöz
Küresel Anadolu-İdil-Altay Sivil Hareketi Kurucusu
Alternatif Küreselleşmeci / 2012